5 Temmuz 2015 Pazar

Kabir Azabı 2

Bir önceki yazımızda Mehmet Okuyan’ın “berzah” kavramı hakkında ki kalem eğip bükmelerini, görüşlerine referenas olarak sunduğu argümanların ne kadar asılsız ve çürük olduğunu, bir mesele hakkında aklı bulanmış, kafası karışmış bir müslümanın o meseleyi anlamada takip etmesi gereken güzergahın bu olmadığını/olamayacağını kısa da olsa izah etmeye çalışmıştık.

Vakıa’ya sadece “Kur’an merkezli” bakmak, sünnetin rehberleriğini hafife almak/kabul etmemek, ümmetin ilmi birikimini görmezden gelerek itikadi ve ameli yeni din telakileri tekamül etmek son dönemin artık sıkça rastladığımız bir modası haline geldi. Meseleye sadece Kur’an merkezli bakmak bir tarafa, bir kelimeyi Kur’an’ın bütüncül anlamından soyutlayarak bir kenara koymak ve onun üzerinden yeni bir anlayış ve yeni bir inanç modeli inşa etmek “modern mübtediler’in” içine düşmüş olduğu halin ayrı bir boyutu. Hiçbir usule dayanmayan, etrafı sloganik ifadelerle süslenmiş   söylemlerin kalbe ve akla hitap etmeyip, sadece kulağa ve göze hitap ettiğini ancak ilimle hasbihal olan kimselerin farkına varabileceği bir durumdur.

İşte bunun tipik bir örneği Mehmet Okuyan ve üzerinde at koşturmaya çalıştığı وَراءَ kelimesidir. Ona göre berzah kavramına anlam vermede işin nirengi noktası bu kelimedir ve şayet bu kelimeye “arka” anlamı verilirse Ehli Sünnetin berzah alemi hakkında ki tüm direktifleri havada kalmış ve boşa düşmüş olacak. Sanki Ehli Sünnetin bu hususta bel bağladığı tek delil buymuş gibi. Biz makalemizin devamında ulemanın “berzah alemi”ni adlandırmada ve ona omurgasını vermede nasıl bir metod izledikleri hususu üzerinde bilhassa duracağız. Mehmet Okuyan kitabında bu kelimeye “arka” anlamını vermek için birkaç ayetle istişhad etmiş ve görüşünü ispat etmeye çalışmıştır. Evet bu kelimenin ayet pasajları içerisinde bulundukları mevkiye göre “arka, ön, ardından …den başka, …den ötesi” gibi anlamlara geldiği bilinen bir husustur. Lakin Mehmet Okuyan’ın bu kelimeye mana verirken ya gözden kaçırdığı ya da bilerek kamufle etmeye çalıştığı bir nokta var, o da; bu kelimenin zamansal ve mekansal boyutlarını hesaplamadan anlam vermeye çalışmasıdır. Biz bu kelime hakkında lügat alimlerinin ne söylediklerine geçmeden önce özellikle bir hususun altını çizmek istiyoruz;

Allah’u Teala Kitab-ı Mübinde “şayet bilmiyorsanız ilim/zikir ehline sorun” buyurarak, her işin ehline verilmesini bizlere emretmiştir. Şayet müşkilata düşülen husus  hadis ise muhaddise, fıkıh ise fakih’e, itikadiyattan ise kelam alimine vs. sorulması ilmi mes’uliyetin iktizasıdır. Aksi taktirde hataya düşmek   kaçınılmaz bir sonuçtur. Nitekim tarihte bunun birçok örneği mevcuttur. Kur’an’da geçen bir kelimenin ne anlama geldiği, etimolojisi nedir, bunu bilmek için bu hususta danışılması gereken mütehassıslar bu ilmin uzmanları olan lügat alimleridir. Kur’an sünnete, sünnet de sahabeye ne kadar teşne ise, bir kelimeyi etimolojik olarak inceleyen bir kimse de “lügat ehli”ne bir o kadar teşnedir.

Anlaşılan o ki Mehmet Okuyan bir ayete anlam vermede müfessirleri, bir hadisi kabul ya da ret etmede muhaddisleri takmadığı gibi, bir kelimenin ne anlama geldiği hususunda da lügat ehline danışmayı bir  ihtiyaç olarak görmemiştir. Gerçi bu durum bizim pek de yabancısı olduğumuz bir durum değildir. Zira bu modern müptediler tıpkı “fikir babaları” olan mutezile gibi bir kelimeyi Kur’an’da ki bütüncül anlamından koparıp, evirip çevirerek farklı kalıplara sokarak semantiğini, anlam örgüsünü kaybederler. Bilahare o kelimeye farklı bir yön vererek kendi umdelerine delil teşkil ederler. Nitekim kader diye bir şeyin olmadığını, isa (a.s)’ın öldüğünü, Allah Azze ve Celle cüz’iyyata dair kulun imtihanıyla ilgili olan fiillerini bilmediğini, kadının hayızlı iken oruç tutabileceğini söyleyenler, hepsi aynı usül(süzlük) ile bu dramatik sonuçlara  ulaşmışlardır. Yani; usul olmadan vusul mümkün değildir. Konumuza tekrar dönecek olursak:

                          Berzah ve Vera’e kavramları

Mehmet Okuyan kitabında mü’minun suresi 99 ve 100. Ayetlerinde geçen berzah kavramı ile vera’e kelimesi arasında bir anlam ilişkisi kurmaya çalışıyor. Ve vera’e kelimesinin “arka” anlamında olduğu taktirde, dolayısıyla berzah’ın da arkada olacağını ve bundan çıkan sonuca göre berzah’ın “ölüm engeli” anlamına geleceğini, mamafih berzah alemi diye bir şeyin olmadığını kurguluyor. İşte söz konusu olan ayetler: “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, Rabbim, der, lütfen beni geri gönder. Belki ben, o bıraktığımda (boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yaparım! Hayır, hayır! Bu, onun söylediği boş bir sözdür. ‘önlerinde’ ise yeniden diriltilecekleri güne kadar bir engel (berzah) vardır.”

Mehmet Okuyan Bayraktar Bayraklı ile katılmış olduğu bir Tv proramında bu ayetlerin kapalı olmadığını, çok açık olduğunu ve bu hususta bir rivayet aramaya gerek olmadığını telafuz etti.[1] Bizde buradan çok açık dediği bu ayetleri izah etme  sadedinde  tam 500 sayfalık bir kitap yazan Mehmet Okuyan’a şunu soralım; Allah’u Teala’nın: “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında” ayet pasajında sözü edilen kişi ölmüş müdür, ölmemiş midir? Yani bir nedamet içerisinde “ Rabbim beni geri gönder” cümlesini ölmeden önce mi, öldükten sonra mı tekellüm ediyor? Nitekim bu husus tefsir kitaplarında farklı görüşlere sahne olmuş bir mezuudur. Mesela İmam Taberi tefsirinde İbni Zeyd’den yapmış olduğu bir nakilde şöyle diyor: “İbni Zeyd “ Rabbim beni geri gönder” cümlesi hakkında der ki; bu dünya hayatındadır. Sen görmüyor musun Allah c.c ‘ onlardan birine ölüm geldiğinde’ diyor. Bu, dünyadan ümidini kesip, ahiretin artık kendisine muayyen olduğu ve ölümü tatmadan öncedir.[2] Yani ölmek üzere iken söyler bunu. Görülüyor ki İbni Zeyd bu görüşüyle Mehmet Okuyan’ın tüm sistemini alt üst ediyor. Şayet  kişi, bu sözü ölmek üzere söylüyorsa o zaman “Okuyan”ın berzah kavramını ölüm engeli olarak tanımlaması havada kalır. Çünkü sözü edilen kişi daha bu engele takılmamıştır. Bu iphamı bir tarafa koyarak “verae” kelimesi ile devam edelim.

Bu ayette geçen “verae” kelimesine mutlak olarak “arka”  anlamı vermek için düz okuma yapan Mehmet Okuyan’a azıcık insafı varsa Lügat alimlerine başvurmasını tavsiye ediyoruz. Bakalım işin ehli bu konuda ne diyecek. Ebu Hayyan Bahru-l Muhit adlı tefsirinde der ki; “Lügat alimlerinin ekseriyeti ( وَراءَهُمْ)  kelimesinin “ön ve arka” anlamında kullanıldığını söylemişlerdir. Bu ayette ki[3] anlamı ise (أَمَامَهُمْ) “önlerinde”şeklindedir. Aynı şekilde İbni Abbas (r.anh) ve İbni Cübeyr de bu şekilde okumuşlardır. Ve yine وَراءَهُمْ) kelimesinin (أَمَامَهُمْ) anlamında olması Katade’nin, Ebi Ubeyd’in, İbni Sikkit’in ve Zeccac’ın da görüşüdür. Lügat ehlinin nezdinde    وَراءَ kelimesinin “ön” anlamında kullanılması hususunda hiçbir ihtilaf yoktur. Ayetlerde ve Şiirlerde de bu anlamda kullanıldığı sabittir. Mesela: “onların önlerinde cehennem vardır” (casiye 10), “onların önünde çetin bir azab vardır”( ibrahim, 17), “onların önünde berzah vardır”( Mü’minun 100). Ayetlerinde olduğu gibi.”[4] Lügat ehlinin üzerinde konuşmuş olduğu bu ayet berzah alemi ile ilgili olan bir ayet değildir. Tamamen konumuzdan bağımsız olarak “verae” kelimesi üzerinde yapılan bir incelemedir bu. Binaenaleyh Mehmet Okuyan’ın burada bu alimlerin “sırf berzah alemini ispat etmek için” bu kelime hakkında böyle bir tasarrufta bulunduklarını söyleyemez.

Biz bu kelimenin zamansal ve mekansal boyutlarının da olduğunu ifade etmiştik. Bu  görüşü ise aynı şekilde Ebu Hayyan tefsirinde yine bir lügat ehli olan İbni Atiyye’den yapmış olduğu bir nakilde dile getiriyor. Nitekim İbni Atiyye der ki:” bana göre bu “verae” kelimesi kendi babında kullanılır. Bu gibi kelimeler zamana riayet ederek gelir. Öyle ki; ileride olacak bir şey için de “verae” kelimesi kullanılır ama esasen o geride bırakılan bir şeydir. Bu ilk bakışta zahir olanın hilafınadır. Onun için sen bu kelimeleri gelmiş oldukları yerlerde düşün ki, orada kıyasi olarak gelir…. Kim bu ayette (kehf,79) “verae” kelimesini “ön” olarak okursa, bununla mekan kast etmiş olur. Çünkü bu gemi sahipleri, o gemileri gasp eden Melik’in ülkesine doğru gidiyorlardı….[5]” Yine lügat alimlerinden “Ferra” ise bu kelimenin zamansal ve mekansal boyutunu şu şekilde tasrih ediyor; “ önünde olan bir adam için o benim (verae) arkamdadır demen caiz değildir. Bu ancak vakitlerden olan, günler, geceler ve dehr için caiz olur. Mesela dersin ki: arkanda çetin bir kış var, ya da dersin ki; önünde çetin bir kış var, bu iki şekilde kullanılması caizdir. Çünkü kış sana ulaştığında senin arkanda olmuş olur ama  sanki sen ona ulaşmışsın gibi senin önünde olmuş olur.”[6] Yani zamansal olarak kışın önde olduğunu ama bunun “verae” kelimesi ile telaffuz edildiğini ifade ediyor. Ebu Hayyan daha sonra “verae” kelimei hakkında farklı alimlerden de bir takım görüşler serdediyor. Fakat meramımızı anlatmak için bu kadarı kafidir sanırım.

Bundan da anlaşılıyor ki “verae” kelimesi hem ön hem de arka anlamında kullanılan “endad” (zıt) anlamlı kelimelerinden biridir. Ayetlerde de bu kelimeye bir şeyin zamansal olarak “ön”de olmasına karşın, “arka” anlamının verildiğini gözlemleyebiliyoruz. Mesela Hud suresinde Allah cc: “Ona İshak’ı müjdelemiştik. İshak’ın “arkasından” (verai) Yakub’u.”  Oysa biz biliyoruz ki Yakub a.s zamansal olarak İshak a.s’dan sonra gönderilmiştir. Yani zamansal olarak onun önündedir. Keza Müminun 100. Ayetini de bu şekilde anlamak lazım, yani; “onların önlerinde ( ya da arkalarında ) berzah vardır”. Burda da “verae” kelimesinin “ön” ya da “arka” anlamında olması hususunda pek bir fark yoktur. Çünkü berzah’ın ölen kişinin arkasında olması zamansal olarak onun “ön”de olduğunu gösterir. Nitekim “İmam Maturidi bazı alimlerin bu ayette “verae” kelimesini arka anlamında okuduklarını”[7] ifade etmiştir.

Konumuzla ilgili olan ayette de bu kelimeye başta İmam Zemahşeri olmakla birlikte İbni kesir, İmam Kurtubi, Kadı Beydavi, Nesefi, Ebu Hayyan, İmam Taberi, Ebu-s Suud, Mevdudi vs. alimlerin ekseriyeti  “önlerinde” anlamını vermişlerdir. “Arka” anlamını veren alimler de, kelimenin zamansal boyutunu dikkate alarak vermişlerdir. Şayet bu kelime üzerinde Mehmet Okuyan’ın yapmış olduğu taharri, araştırma bir samimiyete mebni ise, işin ehli olan bunca alimin görüşleri onun için kafidir. Yok şayet mesele “ben dedim, oldu” ise, burada samimiyet aramaya gerek kalmamış demektir. Bu kadar alimin görüşü onu bağlamıyorsa, Mehmet Okuyan’ın da bağlayıcılığı ancak kendi nefsine yöneliktir. İmani bir meselede iş sadece bir kelimenin “ön” anlamına gelmesine kalmışsa, bunun da artık hesabını kendisi verir. Zira “kabir azabı”nı inkar etmekle kimse ondan kurtulamayacaktır.

Mehmet Okuyan sanki ortaya bir şey koymuş gibi daha sonra kitabının 67. Sayfasında şöyle diyor: “burada anlamlarını ve Kur’an’daki kullanımlarını incelemeye çalıştığımız ‘berzah’ ve ‘verae’ kelimeleri “kabir hayatı” veya “berzah alemi” kabulünün Kur’an’dan ne kadar yoksun olduğunu ve bazı kavramların asıl anlamlarından nasıl saptırıldığını göstermektedir”. Yani Mehmet Okuyan şöyle demek istiyor; Sahabesiyle, Tabiiniyle, Müctehidi ve Müfessiriyle, Ehli Sünni ve Ehli Bid’i’siyle alimlerin hepsi Kur’an’dan yoksun olan bu “berzah alemi”ni el birliğiyle oluşturmak için bir takım ayetleri eksenlerinden saptırmışlardır! Kim inanırsa artık!

Bu arıza, meselelere bütüncül olarak bakmamanın bir tezahürüdür. Zira bazı meseleler sadece  ayetlerle şeklini almaz. O meseleyi belli bir formata sokan bir takım yan unsurlar vardır. Yani  o meseleye asli şeklini veren, ayetlerle beraber onu destekleyen, onu tamamlayan ve ona et, kemik giydiren tamamlayıcı etkenler. Mesela namaz gibi. Namaz her teferruatıyla Kur’an’da geçmez. Şuan ki kıldığımız şekliyle ona omurgasını veren “hadis” gibi tamamlayıcı unsurları vardır. Mehmet Okuyan Kur’an’da geçmiyor bahanesiyle neden öğlen namazını 3 rekat, akşam namazını 4 rekat olarak kılmıyor? Berzah alemi de bunun gibidir. Tüm teferruatıyla beraber Kur’an’da geçmez ama, Allah cc onun var olduğunu bir çok ayetle haber vermiştir. Efendimiz s.a.v ise: bazı hadislerinde ölen kişiye Münker ve Nekir melekleri tarafından sorular sorulacağını, bazılarında kabirin daralıp genişleyeceğini, bazılarında kişinin gireceği yerin kendisine gösterileceğini, bazılarında cennet bahçelerinden bir bahçe, cehennem çukurlarından bir çukur olacağını, bazılarında kabir azabının neyden kaynaklandığını, bazılarında ondan korunduğunu ve bir çok hadiste kabir azabının keyfiyetiyle ilgili durumlardan söz etmiştir. Tüm bunlar bize kabir hayatı ve ya berzah alemiyle ilgili bir şema çiziyor.





[1] https://www.youtube.com/watch?v=n3ISQclc6tk
[2] Taberi, Camiu-l beyan fi te’vili Kur’an, Müessesetü-r risale
[3] Kehf suresi 79. Ayeti kast ediyor
[4] Ebu Hayyan, Bahru-l Muhit, Daru-l Kutubi-l İlmiyye, Beyrut-Lübnan, Kehf 79 Sayfa 145
[5] Ebu Hayyan, a.g.e aynı yer.
[6] Ebu Hayyan, a.g.e devamı.
[7] Te’vilatu ehli sünne, Müessesetu-r risale, Beyrut, Lübnan, sayfa 418