Bir önceki yazımızda
Mehmet Okuyan’ın “berzah” kavramı hakkında ki kalem eğip bükmelerini,
görüşlerine referenas olarak sunduğu argümanların ne kadar asılsız ve çürük
olduğunu, bir mesele hakkında aklı bulanmış, kafası karışmış bir müslümanın o
meseleyi anlamada takip etmesi gereken güzergahın bu olmadığını/olamayacağını
kısa da olsa izah etmeye çalışmıştık.
Vakıa’ya sadece “Kur’an
merkezli” bakmak, sünnetin rehberleriğini hafife almak/kabul etmemek, ümmetin
ilmi birikimini görmezden gelerek itikadi ve ameli yeni din telakileri tekamül
etmek son dönemin artık sıkça rastladığımız bir modası haline geldi. Meseleye
sadece Kur’an merkezli bakmak bir tarafa, bir kelimeyi Kur’an’ın bütüncül
anlamından soyutlayarak bir kenara koymak ve onun üzerinden yeni bir anlayış ve
yeni bir inanç modeli inşa etmek “modern mübtediler’in” içine düşmüş olduğu
halin ayrı bir boyutu. Hiçbir usule dayanmayan, etrafı sloganik ifadelerle
süslenmiş söylemlerin kalbe ve akla hitap etmeyip,
sadece kulağa ve göze hitap ettiğini ancak ilimle hasbihal olan kimselerin
farkına varabileceği bir durumdur.
İşte bunun tipik bir
örneği Mehmet Okuyan ve üzerinde at koşturmaya çalıştığı وَراءَ
kelimesidir. Ona göre berzah kavramına anlam vermede işin
nirengi noktası bu kelimedir ve şayet bu kelimeye “arka” anlamı verilirse Ehli
Sünnetin berzah alemi hakkında ki tüm direktifleri havada kalmış ve boşa düşmüş
olacak. Sanki Ehli Sünnetin bu hususta bel bağladığı tek delil buymuş gibi. Biz
makalemizin devamında ulemanın “berzah alemi”ni adlandırmada ve ona omurgasını
vermede nasıl bir metod izledikleri hususu üzerinde bilhassa duracağız. Mehmet
Okuyan kitabında bu kelimeye “arka” anlamını vermek için birkaç ayetle istişhad
etmiş ve görüşünü ispat etmeye çalışmıştır. Evet bu kelimenin ayet pasajları
içerisinde bulundukları mevkiye göre “arka, ön, ardından …den başka, …den
ötesi” gibi anlamlara geldiği bilinen bir husustur. Lakin Mehmet Okuyan’ın bu
kelimeye mana verirken ya gözden kaçırdığı ya da bilerek kamufle etmeye
çalıştığı bir nokta var, o da; bu kelimenin zamansal ve mekansal boyutlarını
hesaplamadan anlam vermeye çalışmasıdır. Biz bu kelime hakkında lügat
alimlerinin ne söylediklerine geçmeden önce özellikle bir hususun altını çizmek
istiyoruz;
Allah’u Teala Kitab-ı Mübinde “şayet bilmiyorsanız ilim/zikir
ehline sorun” buyurarak, her işin ehline verilmesini bizlere emretmiştir. Şayet
müşkilata düşülen husus hadis ise
muhaddise, fıkıh ise fakih’e, itikadiyattan ise kelam alimine vs. sorulması
ilmi mes’uliyetin iktizasıdır. Aksi taktirde hataya düşmek kaçınılmaz bir sonuçtur. Nitekim tarihte
bunun birçok örneği mevcuttur. Kur’an’da geçen bir kelimenin ne anlama geldiği,
etimolojisi nedir, bunu bilmek için bu hususta danışılması gereken
mütehassıslar bu ilmin uzmanları olan lügat alimleridir. Kur’an sünnete, sünnet
de sahabeye ne kadar teşne ise, bir kelimeyi etimolojik olarak inceleyen bir
kimse de “lügat ehli”ne bir o kadar teşnedir.
Anlaşılan o ki Mehmet Okuyan bir ayete anlam vermede müfessirleri,
bir hadisi kabul ya da ret etmede muhaddisleri takmadığı gibi, bir kelimenin ne
anlama geldiği hususunda da lügat ehline danışmayı bir ihtiyaç olarak görmemiştir. Gerçi bu durum
bizim pek de yabancısı olduğumuz bir durum değildir. Zira bu modern müptediler
tıpkı “fikir babaları” olan mutezile gibi bir kelimeyi Kur’an’da ki bütüncül
anlamından koparıp, evirip çevirerek farklı kalıplara sokarak semantiğini,
anlam örgüsünü kaybederler. Bilahare o kelimeye farklı bir yön vererek kendi
umdelerine delil teşkil ederler. Nitekim kader diye bir şeyin olmadığını, isa
(a.s)’ın öldüğünü, Allah Azze ve Celle cüz’iyyata dair kulun imtihanıyla ilgili
olan fiillerini bilmediğini, kadının hayızlı iken oruç tutabileceğini
söyleyenler, hepsi aynı usül(süzlük) ile bu dramatik sonuçlara ulaşmışlardır. Yani; usul olmadan vusul
mümkün değildir. Konumuza tekrar dönecek olursak:
Berzah ve Vera’e kavramları
Mehmet Okuyan kitabında mü’minun suresi 99 ve 100. Ayetlerinde
geçen berzah kavramı ile vera’e kelimesi arasında bir anlam ilişkisi kurmaya
çalışıyor. Ve vera’e kelimesinin “arka” anlamında olduğu taktirde, dolayısıyla
berzah’ın da arkada olacağını ve bundan çıkan sonuca göre berzah’ın “ölüm
engeli” anlamına geleceğini, mamafih berzah alemi diye bir şeyin olmadığını
kurguluyor. İşte söz konusu olan ayetler: “Nihayet onlardan birine ölüm gelip
çattığında, Rabbim, der, lütfen beni geri gönder. Belki ben, o bıraktığımda
(boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yaparım! Hayır, hayır! Bu, onun söylediği
boş bir sözdür. ‘önlerinde’ ise yeniden diriltilecekleri güne kadar bir engel
(berzah) vardır.”
Mehmet Okuyan Bayraktar Bayraklı ile katılmış olduğu bir Tv
proramında bu ayetlerin kapalı olmadığını, çok açık olduğunu ve bu hususta bir
rivayet aramaya gerek olmadığını telafuz etti.[1] Bizde buradan çok açık
dediği bu ayetleri izah etme
sadedinde tam 500 sayfalık bir
kitap yazan Mehmet Okuyan’a şunu soralım; Allah’u Teala’nın: “Nihayet onlardan
birine ölüm gelip çattığında” ayet pasajında sözü edilen kişi ölmüş müdür,
ölmemiş midir? Yani bir nedamet içerisinde “ Rabbim beni geri gönder” cümlesini
ölmeden önce mi, öldükten sonra mı tekellüm ediyor? Nitekim bu husus tefsir
kitaplarında farklı görüşlere sahne olmuş bir mezuudur. Mesela İmam Taberi
tefsirinde İbni Zeyd’den yapmış olduğu bir nakilde şöyle diyor: “İbni Zeyd “
Rabbim beni geri gönder” cümlesi hakkında der ki; bu dünya hayatındadır. Sen
görmüyor musun Allah c.c ‘ onlardan birine ölüm geldiğinde’ diyor. Bu, dünyadan
ümidini kesip, ahiretin artık kendisine muayyen olduğu ve ölümü tatmadan
öncedir.[2] Yani ölmek üzere iken
söyler bunu. Görülüyor ki İbni Zeyd bu görüşüyle Mehmet Okuyan’ın tüm sistemini
alt üst ediyor. Şayet kişi, bu sözü
ölmek üzere söylüyorsa o zaman “Okuyan”ın berzah kavramını ölüm engeli olarak
tanımlaması havada kalır. Çünkü sözü edilen kişi daha bu engele takılmamıştır. Bu
iphamı bir tarafa koyarak “verae” kelimesi ile devam edelim.
Bu ayette geçen “verae” kelimesine mutlak olarak “arka” anlamı vermek için düz okuma yapan Mehmet
Okuyan’a azıcık insafı varsa Lügat alimlerine başvurmasını tavsiye ediyoruz.
Bakalım işin ehli bu konuda ne diyecek. Ebu Hayyan Bahru-l Muhit adlı
tefsirinde der ki; “Lügat alimlerinin ekseriyeti ( وَراءَهُمْ) kelimesinin “ön ve arka” anlamında
kullanıldığını söylemişlerdir. Bu ayette ki[3] anlamı ise (أَمَامَهُمْ) “önlerinde”şeklindedir. Aynı şekilde İbni Abbas
(r.anh) ve İbni Cübeyr de bu şekilde okumuşlardır. Ve yine وَراءَهُمْ) kelimesinin (أَمَامَهُمْ) anlamında olması Katade’nin, Ebi Ubeyd’in, İbni Sikkit’in ve
Zeccac’ın da görüşüdür. Lügat ehlinin nezdinde وَراءَ
kelimesinin “ön” anlamında kullanılması hususunda hiçbir ihtilaf yoktur.
Ayetlerde ve Şiirlerde de bu anlamda kullanıldığı sabittir. Mesela:
“onların önlerinde cehennem vardır” (casiye 10), “onların önünde çetin bir azab
vardır”( ibrahim, 17), “onların önünde berzah vardır”( Mü’minun 100).
Ayetlerinde olduğu gibi.”[4] Lügat ehlinin üzerinde
konuşmuş olduğu bu ayet berzah alemi ile ilgili olan bir ayet değildir. Tamamen
konumuzdan bağımsız olarak “verae” kelimesi üzerinde yapılan bir incelemedir
bu. Binaenaleyh Mehmet Okuyan’ın burada bu alimlerin “sırf berzah alemini ispat
etmek için” bu kelime hakkında böyle bir tasarrufta bulunduklarını söyleyemez.
Biz bu kelimenin zamansal ve mekansal boyutlarının
da olduğunu ifade etmiştik. Bu görüşü
ise aynı şekilde Ebu Hayyan tefsirinde yine bir lügat ehli olan İbni Atiyye’den
yapmış olduğu bir nakilde dile getiriyor. Nitekim İbni Atiyye der ki:” bana göre
bu “verae” kelimesi kendi babında kullanılır. Bu gibi kelimeler zamana riayet
ederek gelir. Öyle ki; ileride olacak bir şey için de “verae” kelimesi
kullanılır ama esasen o geride bırakılan bir şeydir. Bu ilk bakışta zahir
olanın hilafınadır. Onun için sen bu kelimeleri gelmiş oldukları yerlerde düşün
ki, orada kıyasi olarak gelir…. Kim bu ayette (kehf,79) “verae” kelimesini “ön”
olarak okursa, bununla mekan kast etmiş olur. Çünkü bu gemi sahipleri, o
gemileri gasp eden Melik’in ülkesine doğru gidiyorlardı….[5]” Yine lügat alimlerinden
“Ferra” ise bu kelimenin zamansal ve mekansal boyutunu şu şekilde tasrih
ediyor; “ önünde olan bir adam için o benim (verae) arkamdadır demen caiz
değildir. Bu ancak vakitlerden olan, günler, geceler ve dehr için caiz olur. Mesela
dersin ki: arkanda çetin bir kış var, ya da dersin ki; önünde çetin bir kış
var, bu iki şekilde kullanılması caizdir. Çünkü kış sana ulaştığında senin
arkanda olmuş olur ama sanki sen ona
ulaşmışsın gibi senin önünde olmuş olur.”[6] Yani zamansal olarak kışın
önde olduğunu ama bunun “verae” kelimesi ile telaffuz edildiğini ifade ediyor.
Ebu Hayyan daha sonra “verae” kelimei hakkında farklı alimlerden de bir takım
görüşler serdediyor. Fakat meramımızı anlatmak için bu kadarı kafidir sanırım.
Bundan da anlaşılıyor ki “verae” kelimesi hem ön hem
de arka anlamında kullanılan “endad” (zıt) anlamlı kelimelerinden biridir. Ayetlerde
de bu kelimeye bir şeyin zamansal olarak “ön”de olmasına karşın, “arka”
anlamının verildiğini gözlemleyebiliyoruz. Mesela Hud suresinde Allah cc: “Ona
İshak’ı müjdelemiştik. İshak’ın “arkasından” (verai) Yakub’u.” Oysa biz biliyoruz ki Yakub a.s zamansal
olarak İshak a.s’dan sonra gönderilmiştir. Yani zamansal olarak onun önündedir.
Keza Müminun 100. Ayetini de bu şekilde anlamak lazım, yani; “onların önlerinde
( ya da arkalarında ) berzah vardır”. Burda da “verae” kelimesinin “ön” ya da
“arka” anlamında olması hususunda pek bir fark yoktur. Çünkü berzah’ın ölen
kişinin arkasında olması zamansal olarak onun “ön”de olduğunu gösterir. Nitekim
“İmam Maturidi bazı alimlerin bu ayette “verae” kelimesini arka anlamında
okuduklarını”[7]
ifade etmiştir.
Konumuzla ilgili olan ayette de bu kelimeye başta
İmam Zemahşeri olmakla birlikte İbni kesir, İmam Kurtubi, Kadı Beydavi, Nesefi,
Ebu Hayyan, İmam Taberi, Ebu-s Suud, Mevdudi vs. alimlerin ekseriyeti “önlerinde” anlamını vermişlerdir. “Arka”
anlamını veren alimler de, kelimenin zamansal boyutunu dikkate alarak
vermişlerdir. Şayet bu kelime üzerinde Mehmet Okuyan’ın yapmış olduğu taharri,
araştırma bir samimiyete mebni ise, işin ehli olan bunca alimin görüşleri onun
için kafidir. Yok şayet mesele “ben dedim, oldu” ise, burada samimiyet aramaya
gerek kalmamış demektir. Bu kadar alimin görüşü onu bağlamıyorsa, Mehmet
Okuyan’ın da bağlayıcılığı ancak kendi nefsine yöneliktir. İmani bir meselede
iş sadece bir kelimenin “ön” anlamına gelmesine kalmışsa, bunun da artık
hesabını kendisi verir. Zira “kabir azabı”nı inkar etmekle kimse ondan
kurtulamayacaktır.
Mehmet Okuyan sanki ortaya bir şey koymuş gibi daha
sonra kitabının 67. Sayfasında şöyle diyor: “burada anlamlarını ve Kur’an’daki
kullanımlarını incelemeye çalıştığımız ‘berzah’ ve ‘verae’ kelimeleri “kabir
hayatı” veya “berzah alemi” kabulünün Kur’an’dan ne kadar yoksun olduğunu ve
bazı kavramların asıl anlamlarından nasıl saptırıldığını göstermektedir”. Yani
Mehmet Okuyan şöyle demek istiyor; Sahabesiyle, Tabiiniyle, Müctehidi ve
Müfessiriyle, Ehli Sünni ve Ehli Bid’i’siyle alimlerin hepsi Kur’an’dan yoksun
olan bu “berzah alemi”ni el birliğiyle oluşturmak için bir takım ayetleri
eksenlerinden saptırmışlardır! Kim inanırsa artık!
Bu arıza, meselelere bütüncül olarak bakmamanın bir
tezahürüdür. Zira bazı meseleler sadece
ayetlerle şeklini almaz. O meseleyi belli bir formata sokan bir takım
yan unsurlar vardır. Yani o meseleye
asli şeklini veren, ayetlerle beraber onu destekleyen, onu tamamlayan ve ona
et, kemik giydiren tamamlayıcı etkenler. Mesela namaz gibi. Namaz her
teferruatıyla Kur’an’da geçmez. Şuan ki kıldığımız şekliyle ona omurgasını
veren “hadis” gibi tamamlayıcı unsurları vardır. Mehmet Okuyan Kur’an’da
geçmiyor bahanesiyle neden öğlen namazını 3 rekat, akşam namazını 4 rekat
olarak kılmıyor? Berzah alemi de bunun gibidir. Tüm teferruatıyla beraber
Kur’an’da geçmez ama, Allah cc onun var olduğunu bir çok ayetle haber
vermiştir. Efendimiz s.a.v ise: bazı hadislerinde ölen kişiye Münker ve Nekir
melekleri tarafından sorular sorulacağını, bazılarında kabirin daralıp
genişleyeceğini, bazılarında kişinin gireceği yerin kendisine gösterileceğini,
bazılarında cennet bahçelerinden bir bahçe, cehennem çukurlarından bir çukur
olacağını, bazılarında kabir azabının neyden kaynaklandığını, bazılarında ondan
korunduğunu ve bir çok hadiste kabir azabının keyfiyetiyle ilgili durumlardan
söz etmiştir. Tüm bunlar bize kabir hayatı ve ya berzah alemiyle ilgili bir
şema çiziyor.
[1] https://www.youtube.com/watch?v=n3ISQclc6tk
[2] Taberi,
Camiu-l beyan fi te’vili Kur’an, Müessesetü-r risale
[3] Kehf
suresi 79. Ayeti kast ediyor
[4] Ebu
Hayyan, Bahru-l Muhit, Daru-l Kutubi-l İlmiyye, Beyrut-Lübnan, Kehf 79 Sayfa
145
[5] Ebu
Hayyan, a.g.e aynı yer.
[6] Ebu
Hayyan, a.g.e devamı.
[7]
Te’vilatu ehli sünne, Müessesetu-r risale, Beyrut, Lübnan, sayfa 418