Malum olduğu üzere mü’minlerin en belirgin özelliklerinden
birisi de gaybe iman etmeleridir. Allah(cc) bu hususu, Kur’an-ı Kerimin muhtelif
yerlerinde sarahaten beyan etmiştir. Nitekim Allah(cc) Bakara
suresinde “ O mü’minler ki gaybe iman ederler [1]“
buyurarak, gayb’ı; müminlerin en temel vasıflarından biri olarak ifade etmiştir. Rağıp el-İsfehani
bu ayette geçen ‘gayb’ kelimesinin; “beş
duyunun alanına girmeyen ve akılların sahip olduğu bedahetin de kendisiyle
ilgili zorunlu bir çıkarımda bulunamayacağı, ancak peygamberlerin verdiği
haberlerle bilinebilecek ve reddetmesi halinde o insana “mülhid” adının
verileceği şey ”[2]
anlamında olduğunu söylemiştir. Bu tarifin başta Allah’a(cc) iman olmak üzere, ahiret ve ahiret ahvalinden olan haşr, hesab, mizan, sırat,
cennet, cehennemi vs. konuları ihtiva ettiği bilinen bir husustur. Biz bu makalemizde
gaybe ait unsurlardan biri olan “kabir
azabı” konusunu, bu meyanda “ Kur’an-ı
Kerime göre kabir azabı var mı?” adı altında bir kitap kaleme alarak, kabir
azabının olmadığını iddia etmeye çalışan Prof. Dr. Mehmet Okuyan’a bir reddiye
şeklinde ele almaya çalışacağız.
Öncelikle şu hususu belirtmemizde fayda var; Ebu Muin
en-Nesefi; “Bu ümmetin çoğunluğunun kafirler ve isyankar mü’minler için kabir azabının,
itaatkar mü’minler içinse kabir nimetinin hak olduğunu kabul ettiklerini” [3]
ve “ sadece Cehmiye fırkasının ve Mu’tezile fırkasından bir grubun bunu inkar ettiklerini”[4]
söylemiştir. Bu tespit bizim için
önemlidir. Zira Ümmet arasında ihtilafa medar olmuş bir konu hakkında farklı
bir tavır takınmak, icma ile sabit olmuş bir mesele hususunda münkir olmak
arasında önemli bir fark vardır ki, bu fark
iman ve küfür arasında ki fark gibidir. Kabir azabı bir çok ayetin
delaleti ve mütevatir hadislerle sabit olmuş ve Ulema bunu; imana taalluk eden
bir mesele olarak kabul etmiştir. Nitekim imam-ı azam Ebu Hanife konuyla ilgili
olarak; “Kim ben kabir azabını bilmem derse, o kimse helak olan cehmiyedendir.
Çünkü o kabir azabına delil olan “biz onları iki defa azaplandıracağız”[5]
ayetini inkar etmiş olur. Keza “Muhakkak zulmedenlere bundan başka da bir
azap var”[6]
ayetini de inkar etmiş olur. Eğer
ben ayete inanıyorum lakin tevil ve
tefsirine inanmıyorum derse, yine kafir olur. Çünkü Kur’an-da tevili ile
tenzili aynı olan ( muhkem) ayetler vardır”[7]
demiştir. Aynı şekilde imam Eş’ari; “kabir azabıyla alakalı hem Efendimizden(sav)
hem de sahabeden nakledilen bir çok rivayet olduğunu, Sahabeden herhangi
birinin kabir azabını red ve inkar etmediğini ve bu konuda icma hasıl olduğunu
söylemiştir”[8].
Son dönemlerde bazı modern mübtedilerin imanla ilintili olan
birçok meseleyi Kur’an-da geçmiyor iddiasıyla reddettiklerini, bu bağlamda
nakledilen hadisleri (tevatüre ulaşsa da) Kur’an-a aykırıdır bahanesiyle kabul
etmediklerini esefle müşahede ediyoruz.
“Hadislerin Kur’an-a arz edilmesi”
gibi dışı güzel süslenmiş, fakat içi boş olan bir metot ile kendine
itibar sağlamaya çalışan bu söylemin, doğrusunu söylemek gerekirse hiçbir
kıymeti harbiyesi yoktur. Zira bu
mübtediler, kendi görüşlerini teyid eden bir rivayet olduğunda -isterse uydurma
olsun- onu herhangi bir kritere başvurmadan
kabul ederler. Ama görüşlerini tenkit eden rivayet olduğunda –sözde metin
kritiği yaparak- Kur’an-a uymuyor
iddiasıyla onu reddederler. Yani bunların ıstılahlarında “senet kritiği” diye
bir şey yoktur. Edille-i Şer’iyyeyi hevalarına mahkum eden, İslamı anlamada
sadece keyfi yorumlarını ölçü edinen işbu mübtedilerin, “kabir azabı” hususunda
da aynı tavrı takındıklarını görüyoruz. Oysa samimi bir müslümana yakışan,
şayet bir ayeti anlamada problem yaşıyorsa yapması gereken şey, o ayeti
Kur’anın mübeyyini olan Allah Rasulune
yani; sünnete irca etmesidir. Çünkü
sünnet, Kur’anı tefsir eder. Aynı şekilde Sahabe de sünnetin müfessiridir. Bu
çizgi takip edilmeden din hususunda fikir edinmeye çalışmak hele de bu itikadi
bir konuysa, hem çok tehlikeli hem de arızalı bir tutumdur.
Prof. Dr. Mehmet
Okuyan kabir azabı konusunda rivayet edilen, sayısı manevi mütevatire varmış
hadislerin ahad olduğu, ahad hadislerin
de itikadda delil gücünün olmayacağı ve meseleye sadece Kur’an gözlüğüyle
bakılması gerekir iddiasıyla, kabul edilmesi inkar edilmesinden daha kolay
olan bu mesele hakkında 500 sayfalık bir kitap yazarak red etmek için elinden
gelen tüm gayreti sarfetmiştir. Ona göre
Sünni’siyle Bid’isiyle bu ümmet’in tümü yanılmış ve bu konuda doğruyu kendisi ortaya
koymuştur. Biz de şimdi konuyla ilgili olarak gelen hadisleri bir tarafa
bırakarak mezkur şahsın sadece Kur’an
penceresinden bakıldığında dahi ,bu konuda
ayaklarınının yere ne kadar sağlam basıp basmadığını inceleyelim.
Berzah
hayatı
Bilindiği gibi İslam alimleri, ruh ve beden ilişkisini
dikkate alarak, insanın üç hayatının olduğunu beyan etmişlerdir. Bunlar; Dünya
hayatı, Berzah hayatı ve Ahiret hayatıdır. Mehmet Okuyan’a göre, İslam alimleri
dünya ve ahiret hayatına, üçüncüsü olan ve Kur’anda emaresi dahi bulunmayan!
“berzah hayatını” ilave etmişlerdir. Daha sonra ‘berzah’ kelimesinin Kur’anda
geçtiği üç yeri de ele alarak, bu üç yerde de ‘berzah’ kavramının “engel”
anlamına geldiğini, kabir hayatı (berzah hayatı) ile bir alakasının olmadığını
deklare ediyor. Şimdi bu üç ayeti hep beraber görelim.
1: “ Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerinin ki
tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel (berzah), aşılmaz bir
sınır koyan O’dur”[9].
2: “ İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.
Aralarında bir engel (berzah) vardır, birbirine geçip karışmazlar”[10].
3: “ Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip
çattığında, Rabbim, der, lütfen beni dünyaya geri gönder. Ta ki boşa geçirdiğim
dünyada iyi işler yapayım. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir.
Onların önlerinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah
vardır. Sur’a üflendiği zaman aralarında artık ne soy sop (çekişmesi) vardır,
ne de birbirlerini soruşturacaklardır. Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa,
işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse,
artık bunlarda kendilerine yazık etmişlerdir; çünkü onlar ebedi
cehennemdedirler”[11].
Mehmet Okuyan kitabının 55. Sayfasında, daha sonra
kendisinin red edeceği lakin bizim kabul ettiğimiz şekliyle İbni
Manzur’dan ve Diyanet İslam
Ansiklopedisi (DİA)‘den iktibas yaparak berzah’ kavramını şu şekilde tarif
ediyor; “ Berzah, sözlükte ‘ iki şey
arasında ki engel/sınır’ anlamına gelmektedir. Terim olarak berzah, ‘dünya ile
ölümden sonra mahşerde ki diriltilmeye kadar ki dönem’ olarak anlaşılmaktadır.
Kısaca “ölüm ve haşr arası dönem” anlamında kabul edilen berzah kelimesinin,
‘dünya ile ahiret arasında ki âlem’ ve ‘kabir hayatı’ karşılığında kullanıldığı
ifade edilmektedir”. Daha sonra “Okuyan”
berzahla ilgili farklı birkaç tarifi daha iktibas ederek, bu üç ayette ki
berzah kavramını analiz etmeye başlıyor ve ilk iki ayette ki ‘berzah’
kavramlarını Neml 61 ayetine de atıf yaparak “burada ki engelin iki tur suyun
kimsayal yapılarından kaynaklanan bir mahiyet arzettiğini” ifade ediyor.
Müfessirlerimiz bu iki ayette ki berzah kelimesinin ne
olduğu konusunda gerek sahabeden, gerekse tabiin’den bir çok görüş nakletmişlerdir.
Ama genelde berzah’tan maksat “İlahi kudret” olarak kabul edilmiştir. Biz de
burada zaid kelam etmemek için İmam Kurtubi’den konuyla ilgili bir alıntı
yaparak esas olarak üzerinde tartışacağımız Mü’minun suresinde ki ayetleri ele
almaya çalışacağız. İmam İmam Kurtubi der ki: Bir diğer görüşe göre burada sözü
edilen engel (berzah), dünya ile ahiret arasında ki engeldir. Yani her ikisi
arasında Allah’ın takdir ettiği öyle bir sure
vardır ki; bu da dünyanın suresidir. O bakımdan bu iki deniz birbirine
karışmaz. Yüce Allah dünyanın sona ermesini hükmedeceğinde artık bu iki deniz
tek bir şey olacak. Bu da Yüce Allah’ın “denizler birbirine akıtıldığı zaman
(İnfitar 3)” buyruğunu andırmaktadır”.
Şimdi Mehmet Okuyan’ın üzerinde en çok laf ü güzaf ettiği ve
yukarıda da meallerini verdiğimiz Mü’minun suresinde ki ayetlere gelelim. “
Okuyan” bu ayette geçen ‘berzah’ kelimesini ‘ölüm engeli’ olarak kabul etmekte
ve sözde kendine bir takım payandalar bularak görüşünün doğruluğunu ispat
etmektedir! Durum gerçekten Mehmet Okuyanın dediği gibi midir? Hep beraber ona
göz atalım. Öncelikle Sahabe halkasının da içerisinde bulunduğu sair ulemanın
bu ayette ki “berzah” kavramı hakkında ki görüşlerini serdedelim.
İbni Abbas: Belirli bir zaman kadar ki suredir.
Said bin cübeyr: Ölüm sonrasıdır
Mücahid: Ölüm ile diriliş (ba’s) arasıdır.
Mücahid: Ölü ile dünyaya dönüş arasında ki engeldir.
Katade: Dünyanın bakiyesi (geri kalanı)dır.
İbni Zeyd: Ölüm ile diriliş arasındadır
Dahhak: Dünya ile ahiret arasındadır.[12]
Süddi: Bir suredir.
Kelbi: O, iki sur arasında ki bir zamandır ve aralarında
kırk sene vardır.
Cevheri: İki şey arasında bulunan her şeye berzah (engel)
denilir. Bu ayette ise; Ölüm vakti ile diriliş gününe kadar, dünya ve ahiret
arasında ki engeldir. Kim ölürse artık o
berzaha girmiştir.[13]
İmamı Kurtubi şöyle
bir olay nakleder: Bir adam İmam
Şa’binin huzurunda ölen bir adamı kastederek; Allah cc filana rahmet etsin, o
ahiret ehlinden oldu, der. İmamı Şa’bi şöyle karşılık verir: O ahiret ehlinden değil berzah ehlinden oldu.
O ne dünyadadır ne de ahirettedir.
Görüldüğü gibi yukarıda verdiğimiz alimlerin berzah kavramı
hakkında ki görüşleri, İmam Kurtubi’nin
de dediği gibi aynı anlamı havidir. İbni Abbası dışarıda tutarsak hemen hemen
hepsi tabiindendir ve Sahabe meclislerinde yetişmiş alimlerdir. Bir ayet
hakkında Sahabe görüşlerininin bizlere
ulaştırılması hususunda bizimle onlar arasında kilit rol oynayan bir
topluluktur. Dolayısıyla Kur’anı, onları es geçerek anlamaya çalışmak ve kendi
görüşümüzü onlara öncelemek en hafif ifadeyle “had bilmezliktir”.
Mehmet Okuyan kitabında, yukarıda İmam Taberi ve İmam
Kurtubi’den iktibas ettiğimiz görüşlerin bir kısımını verdikten sonra kendisini
zımnen desteklediğini ileri sürdüğü İmam Zemahşeri, Ebu’s Suud, Beydavi ve
Mevdudi’nin görüşlerine yer vermeden, sadece
bir dipnot düşerek, sanki bu alimlerin onun görüşünü desteklediği
intibaını veriyor. Oysa ilgili kitaplara baktığımızda bu imamların da diğer
Ehli Sünnet ulemadan farklı
düşünmediğini, bilakis aynı görüşte olduklarını görürüz. Şimdi bu ayette
geçen berzah kelimesi hakkında bu alimlerin ne dediklerini beraber okuyalım.
İmam Zemahşeri: “Berzah; Onların önlerinde, onlar ile dönüş
arasında diriliş gününe kadar bir engeldir. Bu onların diriliş gününde
dönecekleri anlamında değildir. Bundan maksat onların dönüş umutlarını tamamen
kırmak ve dönüşün ancak ahirete
olacağını bilmeleri içindir.”[14]
Esasen bu görüş sadece İmam Zemahşeri’ye ait olmayıp aynı şekilde Ebu’s Suud ve
Beydavi de aynı söylemi paylaşmışlardır. İmam Mevdudi’nin görüşü de bu
paraleldedir. Nitekim o der ki: “Yani onlarla dünya arasında, dünyaya geri
dönmelerine izin vermeyecek bir “Berzah” bir engel bulunuyor. Dolayısıyla
yeniden dirilme gününe kadar bu durumda kalacaklar.”[15]
Anlaşılan o ki Mehmet Okuyan gerek bu alimlerin, gerekse
yukarıda vermiş olduğumuz Mücahid’in iki
görüşünden birisi olan “Ölü ile dünyaya
dönüş arasında ki engeldir “ görüşünü kendisine destek olarak almış ve bunların
da berzah kavramını kendisi gibi “ölüm engeli”
olarak kabul ettikleri izlenimini vermiştir. Oysa Mehmet Okuyan’ın hilafına bu alimlerin
hepsi Berzah’ı, ölen kişinin arkasında değil ‘önünde’ tekrar dönüş için bir
engel olarak kabul etmektedirler. Dolayısıyla ayette ki mana; berzah kavramının
ardından (إِلى) edatının
gelmesiyle bu engelin geride değil, önde olduğu şeklindedir. Esasen berzah
kavramı zaten bu alimlerin nezdinde bir alem olarak kabul edildiği ve bunun da
kıyamete kadar sürecek bir zaman olduğu için, bu engelin önde ya da arkada
olması arasında pek bir fark yoktur. Zira ölen kişi zaten o engelin tam olarak
içindedir. Mehmet Okuyan kitabında bu görüşün doğru olabileceğini kendisi de ifade etmiştir.
Mehmet Okuyan
kitabında devamla kendi görüşünü desteklediğini zannettiği zehabıyla hem Bekir
Topaloğlu’ndan hem de Celal Kırca’dan iki nakil yapmaktadır. Oysa yapmış olduğu
nakiller aynı şekilde kendisini destekler mahiyette değildir. Zira hem Bekir Topaloğlu
hem de Celal Kırca Berzah alemi’ni kabul etmekle beraber “bekleme yeri” olarak
tavsif etmişlerdir. Bu vasıflandırma sadece bu iki şahsa ait olmayıp aynı
şekilde birçok islam aliminin de berzah alemi hakkında ki ifadesidir. Mehmet
Okuyan’ın naklettiğine göre Bekir Topaloğlu şöyle diyor:
“ İnsanın ikinci ve
ebedi hayat sahnesine çıkarılışının da benzer bir nefha (sura üfleniş) ile
olacağı Kur’an’da haber verilimiştir. Bu iki nefha arasında dünya hayatı ve
berzah alemi vardır. İnsanın irade ve tercihini Kullanarak tekamülünü
sürdürebileceği yer dünya hayatıdır ve burada ki manevi tekamül iman ve salih
amel ölçüsüne bağlanmıştır. Bir bekleyiş merhalesi olan berzah döneminden sonra
başlayacak olan ahiret hayatında dünyada tekamüllerini sekteye uğratmayanlar
öyle anlaşılıyor ki fizyolojik ve psikolojik yönlerden son bir operasyona ve arınmaya tabi tutulduktan sonra cennete
alınacaklardır”.
Mehmet Okuyana göre, Bekir Topaloğlu burda sanki berzah
alemini inkar ediyormuş izlenimini vererek şöyle diyor; “Bu sözleriyle
Topaloğlu berzah hayatı ve sorgulamalarına dair kabulleri devre dışı bırakmış
ve berzahı “bekleme yeri” olarak nitelendirmiştir”. Oysa Mehmet Okuyan’nın
aksine, Bekir Topaloğlu bu sözleriyle berzah alemini ispat etmiştir. “Okuyan”
bu cümleden kendine nasıl bir pay çıkarmış anlamak gerçekten mümkün değil. Aynı
şeyi Celal Kırca’dan almış olduğu nakilde de yapıyor . Yine kendisinin
naklettiğine göre Celal Kırca diyor ki; İnsan öldükten sonra ruhu adına berzah
veya ruhlar alemi dediğimiz bir yere gidecek ve orada yeniden dirilişin olacağı
güne kadar bekleyecektir…”. Bu nakil de Mehmet Okuyan’ı destekler mahiyette
olmayıp, nefyeder özelliktedir. Çünkü her ikisinin de berzah alemini “bekleme
yeri” olarak vasıflandırmaları, kabirlere nispet etmelerindendir.
Görüldüğü üzere
Mehmet Okuyan’nın daha önce kendi görüşüne mesned olarak zikrettiği gerek
Zemahşeri, Ebu’s Suud, Beydavi ve gerekse Bekir Topaloğlu ve Celal Kırca’nın
konuyla ilgili görüşleri onu yalanlar niteliktedir. İşi yokuşa sürerek bir
takım alimlerin berzah alemi terkibi yerine, onu “bekleme yeri” olarak
nitelemelerine “Okuyan”ın sırtını dayaması esasen onun çaresizliğinin bir
göstergesidir. Nitekim dünya da bir alemdir ve “Okuyan” bunu kabul etmektedir.İnsan bu imtihan dünyasında işlediği amellerle bir nevi ahiret hayatını beklemektedir. Berzah alemi de, azabıyla, nimetiyle beraber tekrar diriliş gününün beklendiği yerdir. Bir alem olan dünyaya “bekleme yeri” demek ne kadar doğalsa, bir alem olan “berzah”a
da “ bekleme yeri” demek o kadar doğaldır. Zira hem dünya hem de berzah
zamandan ve mekandan hali değildir. Arada ki fark şu ki; Biz berzah’ta zaman ve
mekan boyutlarının keyfiyeti nasıldır onu bilmiyoruz.
[1] Bakara,
3
[2]
El-Müfredat “gayb” maddesi
[3]
Tebsıratu-l Edille, Kahire, sayfa 1033
[4] A.g.e,
sayfa 1034
[5] Tevbe,
101
[6] Tur, 47
[7] Fıkhu-l
Ebsat
[8] El-İbane
an usuli diyane, Darul Ensar, Kahire
[10] Rahman suresi 19-20 ayetler
[11] Mü’minun suresi 99-103. ayetler
[12] Camiul beyan fi tevili-l Kur’an, Taberi,
Müessesetu-r risale
[13] Tefsiru-l Kurtubi, Darul kutubi-l Mısriyye,
Kahire
[14] El-Keşşaf an hakaiki gavamidi-t tenzil,
daru-l kitabi-l Arabi, Beyrut
[15] Mevdudi, Tefhimul Kur’an