19 Haziran 2015 Cuma

Kabir Azabı 1

Malum olduğu üzere mü’minlerin en belirgin özelliklerinden birisi de gaybe iman etmeleridir. Allah(cc)  bu hususu, Kur’an-ı Kerimin muhtelif yerlerinde sarahaten beyan etmiştir. Nitekim Allah(cc) Bakara suresinde “ O mü’minler ki gaybe iman ederler [1] buyurarak, gayb’ı; müminlerin en temel vasıflarından  biri olarak ifade etmiştir. Rağıp el-İsfehani bu ayette geçen ‘gayb’ kelimesinin;  “beş duyunun alanına girmeyen ve akılların sahip olduğu bedahetin de kendisiyle ilgili zorunlu bir çıkarımda bulunamayacağı, ancak peygamberlerin verdiği haberlerle bilinebilecek ve reddetmesi halinde o insana “mülhid” adının verileceği şey ”[2] anlamında olduğunu söylemiştir. Bu tarifin başta Allah’a(cc)  iman olmak üzere, ahiret ve ahiret  ahvalinden olan haşr, hesab, mizan, sırat, cennet, cehennemi vs. konuları ihtiva ettiği bilinen bir husustur. Biz bu makalemizde gaybe ait unsurlardan  biri olan “kabir azabı” konusunu,  bu meyanda “ Kur’an-ı Kerime göre kabir azabı var mı?” adı altında bir kitap kaleme alarak, kabir azabının olmadığını iddia etmeye çalışan Prof. Dr. Mehmet Okuyan’a bir reddiye şeklinde  ele almaya çalışacağız.
Öncelikle şu hususu belirtmemizde fayda var; Ebu Muin en-Nesefi; “Bu ümmetin çoğunluğunun  kafirler  ve isyankar mü’minler için kabir azabının, itaatkar mü’minler içinse kabir nimetinin hak olduğunu kabul ettiklerini” [3] ve “ sadece Cehmiye fırkasının ve Mu’tezile fırkasından  bir grubun bunu inkar ettiklerini”[4]  söylemiştir. Bu tespit bizim için önemlidir. Zira Ümmet arasında ihtilafa medar olmuş bir konu hakkında farklı bir tavır takınmak, icma ile sabit olmuş bir mesele hususunda münkir olmak arasında önemli bir fark vardır ki, bu fark  iman ve küfür arasında ki fark gibidir. Kabir azabı bir çok ayetin delaleti ve mütevatir hadislerle sabit olmuş ve Ulema bunu; imana taalluk eden bir mesele olarak kabul etmiştir. Nitekim imam-ı azam Ebu Hanife konuyla ilgili olarak; “Kim ben kabir azabını bilmem derse, o kimse helak olan cehmiyedendir. Çünkü o kabir azabına delil olan “biz onları iki defa azaplandıracağız”[5]  ayetini inkar etmiş olur. Keza  “Muhakkak zulmedenlere bundan başka da bir azap var”[6]  ayetini de inkar etmiş olur. Eğer ben ayete inanıyorum  lakin tevil ve tefsirine inanmıyorum derse, yine kafir olur. Çünkü Kur’an-da tevili ile tenzili aynı olan ( muhkem) ayetler vardır”[7] demiştir. Aynı şekilde imam Eş’ari; “kabir azabıyla alakalı hem Efendimizden(sav) hem de sahabeden nakledilen bir çok rivayet olduğunu, Sahabeden herhangi birinin kabir azabını red ve inkar etmediğini ve bu konuda icma hasıl olduğunu söylemiştir”[8].
Son dönemlerde bazı modern mübtedilerin imanla ilintili olan birçok meseleyi Kur’an-da geçmiyor iddiasıyla reddettiklerini, bu bağlamda nakledilen hadisleri (tevatüre ulaşsa da) Kur’an-a aykırıdır bahanesiyle kabul etmediklerini esefle müşahede ediyoruz.  “Hadislerin Kur’an-a arz edilmesi”  gibi dışı güzel süslenmiş, fakat içi boş olan bir metot ile kendine itibar sağlamaya çalışan bu söylemin, doğrusunu söylemek gerekirse hiçbir kıymeti harbiyesi  yoktur. Zira bu mübtediler, kendi görüşlerini teyid eden bir rivayet olduğunda -isterse uydurma olsun- onu  herhangi bir kritere başvurmadan kabul ederler. Ama görüşlerini tenkit eden rivayet olduğunda –sözde metin kritiği yaparak-  Kur’an-a uymuyor iddiasıyla onu reddederler. Yani bunların ıstılahlarında “senet kritiği” diye bir şey yoktur. Edille-i Şer’iyyeyi hevalarına mahkum eden, İslamı anlamada sadece keyfi yorumlarını ölçü edinen işbu mübtedilerin, “kabir azabı” hususunda da aynı tavrı takındıklarını görüyoruz. Oysa samimi bir müslümana yakışan, şayet bir ayeti anlamada problem yaşıyorsa yapması gereken şey, o ayeti Kur’anın mübeyyini olan Allah Rasulune yani;  sünnete irca etmesidir. Çünkü sünnet, Kur’anı tefsir eder. Aynı şekilde Sahabe de sünnetin müfessiridir. Bu çizgi takip edilmeden din hususunda fikir edinmeye çalışmak hele de bu itikadi bir konuysa, hem çok tehlikeli hem de arızalı bir tutumdur.
 Prof. Dr. Mehmet Okuyan kabir azabı konusunda rivayet edilen, sayısı manevi mütevatire varmış hadislerin ahad olduğu,  ahad hadislerin de itikadda delil gücünün olmayacağı ve meseleye sadece Kur’an gözlüğüyle bakılması gerekir  iddiasıyla,  kabul edilmesi inkar edilmesinden daha kolay olan bu mesele hakkında 500 sayfalık bir kitap yazarak red etmek için elinden gelen tüm gayreti sarfetmiştir.  Ona göre Sünni’siyle Bid’isiyle bu ümmet’in tümü yanılmış ve bu konuda doğruyu kendisi ortaya koymuştur. Biz de şimdi konuyla ilgili olarak gelen hadisleri bir tarafa bırakarak  mezkur şahsın sadece Kur’an penceresinden bakıldığında dahi ,bu konuda  ayaklarınının yere ne kadar sağlam basıp basmadığını inceleyelim.
                                                                Berzah hayatı
Bilindiği gibi İslam alimleri, ruh ve beden ilişkisini dikkate alarak, insanın üç hayatının olduğunu beyan etmişlerdir. Bunlar; Dünya hayatı, Berzah hayatı ve Ahiret hayatıdır. Mehmet Okuyan’a göre, İslam alimleri dünya ve ahiret hayatına, üçüncüsü olan ve Kur’anda emaresi dahi bulunmayan! “berzah hayatını” ilave etmişlerdir. Daha sonra ‘berzah’ kelimesinin Kur’anda geçtiği üç yeri de ele alarak, bu üç yerde de ‘berzah’ kavramının “engel” anlamına geldiğini, kabir hayatı (berzah hayatı) ile bir alakasının olmadığını deklare ediyor. Şimdi bu üç ayeti hep beraber görelim.
1: “ Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerinin ki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel (berzah), aşılmaz bir sınır koyan O’dur”[9].
2: “ İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel (berzah) vardır, birbirine geçip karışmazlar”[10].
3: “ Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında, Rabbim, der, lütfen beni dünyaya geri gönder. Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yapayım. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Onların önlerinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah vardır. Sur’a üflendiği zaman aralarında artık ne soy sop (çekişmesi) vardır, ne de birbirlerini soruşturacaklardır. Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlarda kendilerine yazık etmişlerdir; çünkü onlar ebedi cehennemdedirler”[11].

Mehmet Okuyan kitabının 55. Sayfasında, daha sonra kendisinin red edeceği lakin bizim kabul ettiğimiz şekliyle İbni Manzur’dan  ve Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA)‘den iktibas yaparak berzah’ kavramını şu şekilde tarif ediyor; “ Berzah, sözlükte ‘  iki şey arasında ki engel/sınır’ anlamına gelmektedir. Terim olarak berzah, ‘dünya ile ölümden sonra mahşerde ki diriltilmeye kadar ki dönem’ olarak anlaşılmaktadır. Kısaca “ölüm ve haşr arası dönem” anlamında kabul edilen berzah kelimesinin, ‘dünya ile ahiret arasında ki âlem’ ve ‘kabir hayatı’ karşılığında kullanıldığı ifade edilmektedir”.  Daha sonra “Okuyan” berzahla ilgili farklı birkaç tarifi daha iktibas ederek, bu üç ayette ki berzah kavramını analiz etmeye başlıyor ve ilk iki ayette ki ‘berzah’ kavramlarını Neml 61 ayetine de atıf yaparak “burada ki engelin iki tur suyun kimsayal yapılarından kaynaklanan bir mahiyet arzettiğini” ifade ediyor.
Müfessirlerimiz bu iki ayette ki berzah kelimesinin ne olduğu konusunda gerek sahabeden, gerekse tabiin’den bir çok görüş nakletmişlerdir. Ama genelde berzah’tan maksat “İlahi kudret” olarak kabul edilmiştir. Biz de burada zaid kelam etmemek için İmam Kurtubi’den konuyla ilgili bir alıntı yaparak esas olarak üzerinde tartışacağımız Mü’minun suresinde ki ayetleri ele almaya çalışacağız. İmam İmam Kurtubi der ki: Bir diğer görüşe göre burada sözü edilen engel (berzah), dünya ile ahiret arasında ki engeldir. Yani her ikisi arasında Allah’ın takdir ettiği öyle bir sure  vardır ki; bu da dünyanın suresidir. O bakımdan bu iki deniz birbirine karışmaz. Yüce Allah dünyanın sona ermesini hükmedeceğinde artık bu iki deniz tek bir şey olacak. Bu da Yüce Allah’ın “denizler birbirine akıtıldığı zaman (İnfitar 3)” buyruğunu andırmaktadır”.
Şimdi Mehmet Okuyan’ın üzerinde en çok laf ü güzaf ettiği ve yukarıda da meallerini verdiğimiz Mü’minun suresinde ki ayetlere gelelim. “ Okuyan” bu ayette geçen ‘berzah’ kelimesini ‘ölüm engeli’ olarak kabul etmekte ve sözde kendine bir takım payandalar bularak görüşünün doğruluğunu ispat etmektedir! Durum gerçekten Mehmet Okuyanın dediği gibi midir? Hep beraber ona göz atalım. Öncelikle Sahabe halkasının da içerisinde bulunduğu sair ulemanın bu ayette ki “berzah” kavramı hakkında ki görüşlerini serdedelim.
İbni Abbas: Belirli bir zaman kadar ki suredir.
Said bin cübeyr: Ölüm sonrasıdır
Mücahid: Ölüm ile diriliş (ba’s) arasıdır.
Mücahid: Ölü ile dünyaya dönüş arasında ki engeldir.
Katade: Dünyanın bakiyesi (geri kalanı)dır.
İbni Zeyd: Ölüm ile diriliş arasındadır
Dahhak: Dünya ile ahiret arasındadır.[12]
Süddi: Bir suredir.
Kelbi: O, iki sur arasında ki bir zamandır ve aralarında kırk sene vardır.
Cevheri: İki şey arasında bulunan her şeye berzah (engel) denilir. Bu ayette ise; Ölüm vakti ile diriliş gününe kadar, dünya ve ahiret arasında ki engeldir. Kim ölürse artık o  berzaha girmiştir.[13]
 İmamı Kurtubi şöyle bir olay nakleder:  Bir adam İmam Şa’binin huzurunda ölen bir adamı kastederek; Allah cc filana rahmet etsin, o ahiret ehlinden oldu, der. İmamı Şa’bi şöyle karşılık verir:  O ahiret ehlinden değil berzah ehlinden oldu. O ne dünyadadır ne de ahirettedir.
Görüldüğü gibi yukarıda verdiğimiz alimlerin berzah kavramı hakkında ki görüşleri,  İmam Kurtubi’nin de dediği gibi aynı anlamı havidir. İbni Abbası dışarıda tutarsak hemen hemen hepsi tabiindendir ve Sahabe meclislerinde yetişmiş alimlerdir. Bir ayet hakkında  Sahabe görüşlerininin bizlere ulaştırılması hususunda bizimle onlar arasında kilit rol oynayan bir topluluktur. Dolayısıyla Kur’anı, onları es geçerek anlamaya çalışmak ve kendi görüşümüzü onlara öncelemek en hafif ifadeyle “had bilmezliktir”.

Mehmet Okuyan kitabında, yukarıda İmam Taberi ve İmam Kurtubi’den iktibas ettiğimiz görüşlerin bir kısımını verdikten sonra kendisini zımnen desteklediğini ileri sürdüğü İmam Zemahşeri, Ebu’s Suud, Beydavi ve Mevdudi’nin görüşlerine yer vermeden, sadece  bir dipnot düşerek, sanki bu alimlerin onun görüşünü desteklediği intibaını veriyor. Oysa ilgili kitaplara baktığımızda bu imamların da diğer Ehli Sünnet ulemadan farklı  düşünmediğini, bilakis aynı görüşte olduklarını görürüz. Şimdi bu ayette geçen berzah kelimesi hakkında bu alimlerin ne dediklerini beraber okuyalım.
İmam Zemahşeri: “Berzah; Onların önlerinde, onlar ile dönüş arasında diriliş gününe kadar bir engeldir. Bu onların diriliş gününde dönecekleri anlamında değildir. Bundan maksat onların dönüş umutlarını tamamen kırmak ve dönüşün  ancak ahirete olacağını bilmeleri içindir.”[14] Esasen bu görüş sadece İmam Zemahşeri’ye ait olmayıp aynı şekilde Ebu’s Suud ve Beydavi de aynı söylemi paylaşmışlardır. İmam Mevdudi’nin görüşü de bu paraleldedir. Nitekim o der ki: “Yani onlarla dünya arasında, dünyaya geri dönmelerine izin vermeyecek bir “Berzah” bir engel bulunuyor. Dolayısıyla yeniden dirilme gününe kadar bu durumda kalacaklar.”[15]
Anlaşılan o ki Mehmet Okuyan gerek bu alimlerin, gerekse yukarıda vermiş olduğumuz  Mücahid’in iki görüşünden  birisi olan “Ölü ile dünyaya dönüş arasında ki engeldir “ görüşünü kendisine destek olarak almış ve bunların da berzah kavramını kendisi gibi “ölüm engeli”  olarak kabul ettikleri izlenimini vermiştir.  Oysa Mehmet Okuyan’ın hilafına bu alimlerin hepsi Berzah’ı, ölen kişinin arkasında değil ‘önünde’ tekrar dönüş için bir engel olarak kabul etmektedirler. Dolayısıyla ayette ki mana; berzah kavramının ardından (إِلى) edatının gelmesiyle bu engelin geride değil, önde olduğu şeklindedir. Esasen berzah kavramı zaten bu alimlerin nezdinde bir alem olarak kabul edildiği ve bunun da kıyamete kadar sürecek bir zaman olduğu için, bu engelin önde ya da arkada olması arasında pek bir fark yoktur. Zira ölen kişi zaten o engelin tam olarak içindedir. Mehmet Okuyan kitabında bu görüşün doğru olabileceğini kendisi de ifade etmiştir.
Mehmet Okuyan kitabında devamla kendi görüşünü desteklediğini zannettiği zehabıyla hem Bekir Topaloğlu’ndan hem de Celal Kırca’dan iki nakil yapmaktadır. Oysa yapmış olduğu nakiller aynı şekilde kendisini destekler mahiyette değildir. Zira hem Bekir Topaloğlu hem de Celal Kırca Berzah alemi’ni kabul etmekle beraber “bekleme yeri” olarak tavsif etmişlerdir. Bu vasıflandırma sadece bu iki şahsa ait olmayıp aynı şekilde birçok islam aliminin de berzah alemi hakkında ki ifadesidir. Mehmet Okuyan’ın naklettiğine göre Bekir Topaloğlu şöyle diyor:
“ İnsanın ikinci ve ebedi hayat sahnesine çıkarılışının da benzer bir nefha (sura üfleniş) ile olacağı Kur’an’da haber verilimiştir. Bu iki nefha arasında dünya hayatı ve berzah alemi vardır. İnsanın irade ve tercihini Kullanarak tekamülünü sürdürebileceği yer dünya hayatıdır ve burada ki manevi tekamül iman ve salih amel ölçüsüne bağlanmıştır. Bir bekleyiş merhalesi olan berzah döneminden sonra başlayacak olan ahiret hayatında dünyada tekamüllerini sekteye uğratmayanlar öyle anlaşılıyor ki fizyolojik ve psikolojik yönlerden son bir operasyona  ve arınmaya tabi tutulduktan sonra cennete alınacaklardır”.
 Mehmet Okuyana göre, Bekir Topaloğlu burda sanki berzah alemini inkar ediyormuş izlenimini vererek şöyle diyor; “Bu sözleriyle Topaloğlu berzah hayatı ve sorgulamalarına dair kabulleri devre dışı bırakmış ve berzahı “bekleme yeri” olarak nitelendirmiştir”. Oysa Mehmet Okuyan’nın aksine, Bekir Topaloğlu bu sözleriyle berzah alemini ispat etmiştir. “Okuyan” bu cümleden kendine nasıl bir pay çıkarmış anlamak gerçekten mümkün değil. Aynı şeyi Celal Kırca’dan almış olduğu nakilde de yapıyor . Yine kendisinin naklettiğine göre Celal Kırca diyor ki; İnsan öldükten sonra ruhu adına berzah veya ruhlar alemi dediğimiz bir yere gidecek ve orada yeniden dirilişin olacağı güne kadar bekleyecektir…”. Bu nakil de Mehmet Okuyan’ı destekler mahiyette olmayıp, nefyeder özelliktedir. Çünkü her ikisinin de berzah alemini “bekleme yeri” olarak vasıflandırmaları, kabirlere nispet etmelerindendir.
Görüldüğü üzere Mehmet Okuyan’nın daha önce kendi görüşüne mesned olarak zikrettiği gerek Zemahşeri, Ebu’s Suud, Beydavi ve gerekse Bekir Topaloğlu ve Celal Kırca’nın konuyla ilgili görüşleri onu yalanlar niteliktedir. İşi yokuşa sürerek bir takım alimlerin berzah alemi terkibi yerine, onu “bekleme yeri” olarak nitelemelerine “Okuyan”ın sırtını dayaması esasen onun çaresizliğinin bir göstergesidir. Nitekim dünya da bir alemdir ve “Okuyan” bunu kabul etmektedir.İnsan bu imtihan dünyasında işlediği amellerle bir nevi ahiret hayatını beklemektedir. Berzah alemi de, azabıyla, nimetiyle beraber tekrar diriliş gününün beklendiği yerdir.  Bir alem olan dünyaya “bekleme yeri” demek ne kadar doğalsa, bir alem olan “berzah”a da “ bekleme yeri” demek o kadar doğaldır. Zira hem dünya hem de berzah zamandan ve mekandan hali değildir. Arada ki fark şu ki; Biz berzah’ta zaman ve mekan boyutlarının keyfiyeti nasıldır onu bilmiyoruz.




[1] Bakara, 3
[2] El-Müfredat “gayb” maddesi
[3] Tebsıratu-l Edille, Kahire, sayfa 1033
[4] A.g.e, sayfa 1034
[5] Tevbe, 101
[6] Tur, 47
[7] Fıkhu-l Ebsat
[8] El-İbane an usuli diyane, Darul Ensar, Kahire
 [9] Furkan suresi, 53. ayet
[10]  Rahman suresi 19-20 ayetler
[11]  Mü’minun suresi 99-103. ayetler
[12]  Camiul beyan fi tevili-l Kur’an, Taberi, Müessesetu-r risale
[13]  Tefsiru-l Kurtubi, Darul kutubi-l Mısriyye, Kahire
[14]  El-Keşşaf an hakaiki gavamidi-t tenzil, daru-l kitabi-l Arabi, Beyrut
[15]  Mevdudi, Tefhimul Kur’an

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder