17 Ağustos 2015 Pazartesi

Akitlerde itibar maksat ve manalara göredir elfaz ve mebaniye değildir ( Fıkhi kaideler 2 )


Bu kaide önceki kaidenin bir bölümüdür:

Bir önceki kaide (yani; bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir) bu kaideyi de içine alır. Çünkü anlaşmalar; insanların temas halinde bulunduğu  cümle işler kabilindendir. Bu sebeple bu kaidenin, bundan önceki kaidenin bir fer’i olarak itibara alınması mümkündür.

Kaide’nin şerhi:

Deriz ki: akitler; insanların temas halinde bulunduğu cümle işler kabilindendir. Öyle ki, bu işler hususunda hükümlerin tertip edilmesinde göz önünde bulundurulan şey, amilinin o işi yapmadaki maksadıdır. Aynı şekilde anlaşmalarda ki hükümler de, mücerret lafızlar üzerinedir. Yani; o lafızların ihtiva ettiği mutlak manalar üzerinedir. Bununla beraber bu hükümler akit yapan iki kişinin anlaşmayı şekillendirmede kullanmış oldukları lafızların hakiki manalarına ve maksatlarına binaen sonuçlanır. Çünkü istimal edilen lafızlardan kast edilen mana, hakiki ve murat edilen manadır. Şüphesiz maksatlar/niyetler akitlerin hakikati ve dayanağıdır. Lafızların dikkate alınması ancak maksatlara delalet etmelerinden dolayıdır. Maksat açık olduğu zaman ona itibar edilir, lafız sınırlandırılır/takyid edilir ve hüküm maksada göre verilir.  Fakat bu, lafızları tamamen terk etmek anlamına gelmez. Çünkü o lafızlar manaların kalıplarıdır ve manalar o lafızlardan tabir edilir  ve lafızlar sebebiyle  evvela açık manalar gözetilir.

Akit yapan iki kişinin akitlerinde kast ettikleri mana ve lafızların arasını cem etmek güç olduğu zaman, kast edilen manalara ulaşacak şekilde, açık manalara delaleti göz önünde bulundurularak lafızların bir kısmı terk edilir. Akit yapan iki kişinin maksatları, akit siğa’larına ilave edilmiş kelimelerle ya da maksadı ortaya çıkaran bir karine halinde bilinir. Bu sebeple kast edilen mana ile akit siğa’sı arasında bir münasebet gerekir. Ta ki maksadı teybin ve tavzih eden akit siğalarına ilave edilen kelimelerin itibara alınması mümkün olsun.

Bu kaidenin bölümleri ve tatbikatı:

a) Bir şeyi karşılık almak şartı ile hibe etmek,  satış hükmündedir. Mesela: bir kimse bir başkasına; sana şu atı’mı yüz dinara hibe ettim, dese, diğeri de; kabul ettim, dese, bu akit bir satış olur. İsterse bu kelime hibe lafzıyla olsun.

b) Bir şeyi karşılık almak şartı ile emanet etmek, icare hükmündedir. Mesela: bir kimse başkasına; sana bu arabamı elli dinara emanet ettim, onu bu gün işlerinde istimal et dese, diğeri de; kabul ettim, dese, bu akit kiralama akti olup emanet olmaz. İsterse teklif emanet siğa’sı ile olsun.

c) Beraet-i asıl olmaksızın havalede bulunmak, kefalet hükmündedir. Mesela: şayet borçlu alacaklısına: senin zımmetimde olan alacağının  şu kadar miktarını falanca kimseye, zımmetimde beni alıkoyan  bir borç olarak kalması şartıyla, o kimse ( muhalun aleyh ) onu  verene kadar sana havale ettim (dese), akit burada kefalet akdi olup  havale hükmünde olmaz. Çünkü havale borcun bir zimmetten bir zimmete nakledilmesidir. Burada ise borc havale edenin ( muhil)  zımmetinden, havale edilenin ( muhalun aleyh) zımmetine nakledilmemiştir. Sadece borcu talep etmede vereceklinin zımmetinden havale edilenin zımmetine eklendi. Bu ise hakiki bir kefalettir. Çünkü kefalet, borcun talep edilmesinde bir zımmetten bir zımmete eklenmesidir. Burda ise havalenin aksine borcu  bir zımmetten bir zımmete nakli söz konusu değildir.


6 Ağustos 2015 Perşembe

FIKHİ KAİDELER (AbdulKerim Zeydan)

 Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir

Bu kaidenin aslı İmam Buhari’nin Sahihinde Hz. Ömer’den rivayet etmiş olduğu şu hadistir: “Hz. Ömer (R.anh) minberde iken şöyle demiştir; Rasulullah s.a.v’den şöyle derken işittim; Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiğinin karşılığı vardır. Her kimin hicreti Allah ve Resulüne ise;  O’nun hicreti Allah ve Rasulünedir. Kimin hicreti dünyalık bir menfaat ya da nikahlanacağı bir kadin içinse; O’nun hicreti de o’nadır.”[1]

Kaidenin şerhi:

İnsanların davranış ve muamelelerine terettüp eden şer’i hükümler, insanların onları icra etmelerindeki niyetlerine göre şekillenir. Bazen insan muayyen bir niyetle bir amel işler, onun işlemiş olduğu bu amele muayyen bir hüküm terettüp eder. Bazen de aynı ameli farklı bir niyetle işler, bu işlemiş olduğu ameline de farklı bir hüküm terettüp eder.

Bu kaidenin uygulanışı:

a) Kayıp bir malı bulan kimse; o malı muhafaza etmek ve onu sahibine vermek niyetinde olur, fakat o mal elinde iken herhangi bir kastı ve kusuru olmaksızın helak olursa, bu kişi o malı tazmin etmez ve güvenilir olarak itibar görür. Fakat o malı mülkiyetine geçirmek kasti ile yerden alırsa, o malı telef ve helak ettiğinde onu tazmin eder ve bu kişi gasip olarak itibar görür. İsterse o malın onun elinde helak ve telef olmasında herhangi bir kusuru ve kastı olmasın. Çünkü o kimse gasiptir. Gaspçi ise helak olan gasp ettiği malı her halükarda tazmin eder.[2]

b) Şu misal de bu kaidenin ya da onun bölümlerinin bir tatbikatıdır: Şimdiki hali kast ederek, istikbali ifade eden bir lafız ile satış üzerinde anlaşma yapmaktır. Mesela malı satan kişinin şu sözünde olduğu gibi; “ben bu At’ımı sana şu kadar meblağa satıyorum”. Alıcı da “aldım, kabul ettim” der. Satıcı bu fiili ile istikbali kast ederse, bununla satış gerçekleşmiş olmaz.

c)  Şayet bir avcı şebekesini/ağını dikmek için ya da yaymak için hazırlık yaparsa (bakılır); eğer avcı onu dikmek için ya da hazırlık yapmak için açmış ve o şebekesine de bir kuş takılmışsa; o zaman avı/kuşu kim önce alırsa onundur. Eğer avcı şebekesini/ağını avlanmak için açmışsa o durumda av/kuş avcınındır. Bu durumda onu bir başkası alırsa o kimse, gaspçi olarak kabul edilir ve bu kimseye gasp ahkamı uygulanır.[3]

Yapan kişinin niyetine binaen bir fiilin haram ve helal olma vasfı:

Dünya ahkamında fiillere terettüp eden hükümler,  o ameli yapan kişinin maksadına binaen şekillendiği gibi, aynı şekilde failinin niyetine göre o fiilin hükmen vasfı, haram ve helal olma cihetiyle değişiklik arzeder. Mesela: İslam’ın sünnetlerinden bir sünnet olan nikahın, sünnet ve müstehap olması gibi. Fakat evlenecek kişinin niyeti zevcesine zarar vermek ya da zulmetmek olursa  nikah haram olur. İddeti esnasında zevcesine tekrar dönmek, ondan ayrılmamak, evliliği sürdürmek ve hanımının hukukunu ikame etmek kastı ile onu yanında tutarsa, bu niyetle hanımını yanında tutması onu salıvermesinden Allah’a  daha sevimlidir. Zevcesine zarar vermek ya da iddet müddetini uzatmak niyetiyle onu yanında tutarsa haram olur.
 Allah’u Teala şöyle buyurur: “kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık ya onları iyilikle tutun ya da güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz etmek için onları zararlarına olacak şekilde yanınızda tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur ”[4].
 Bu ayetin tefsirine göre mana şudur:  kadınları boşadığınızda onlara iddetlerinin sonunda yaklaşın. Evliliği devam ettirme, zevcenin haklarını yerine getirme kasti olmaksızın dönme umuduyla onlara zarar vermeyin. Aksine şu iki şeyden birini tercih edin: ya zarar verme kastı olmaksızın onları güzellikle tutmak ya da iyilikle salıvermek. Yani; dönme kastı olmadan iddetlerini  tamamlayana kadar onları terk etmek. “ Zararlarına olacak şekilde onları tutmayın. Her kim böyle yaparsa” yani; zararlarına sebep olmak suretiyle onları tutarsa” nefsine zulmetmiş olur. Çünkü o kimse onlara yapmış olduğu o zulüm sebebiyle kendini Allah’ın azabına ve gazabına maruz bırakmış olur. İmam Zeccac der ki: “Yani; kendini azaba maruz bırakır. Çünkü Allah’ın cc nehyettiği bir şeyi yapmak Allah’ın azabıyla karşı karşıya gelmektir.”[5]

Dünya ahkamında mücerret niyetin bir hükmü yoktur:

Kaideden anlaşıldığı gibi burada göze çarpan husus şudur; zahir ve harici bir fiilden bağımsız olan mücerret bir niyet, dünya ahkamından bir hükümle irtibatlandırılmaz. Mesela bir kimse zevcesini boşamaya niyet etse, boşanma gerçekleşmez.

Meşru fiil olmamakla beraber güzel niyet karşılığında sevap olması:

Güzel niyetin ya da iyi maksadın meşru bir amel işlenmemesine rağmen sevap elde etmede etkisi vardır.  Kim Allah’a yakınlık vesilesi ya da şer’an caiz olduğu zannıyla bir amel işler ve ona bunun Allah’a yakınlık vesilesi ve şer’an caiz olmadığı beyan olursa, o yine de bu niyetinden dolayı ecir kazanır. Fiilinden dolayı me’cur olmaz. Mesela namaz kılan bir kimse gibi; abdestli olmadığı halde abdestli olduğunu zannederek  namaz kılar ya da Müslüman olduğunu sanarak bir mürted kişinin cenaze namazını kılarsa o kimse bu fiilinden maada niyetinden dolayı ecir kazanır. Şayet açlıktan dolayı ölümünden korktuğu bir kimseye  iyilik yapma  ve onu o durumdan kurtarmak maksadıyla yemek sunar,  akabinde önüne koyduğu o yemeğin bilmeksizin zehirli olduğu ortaya çıkar ve onu yiyen kişi de bu yemekten dolayı ölürse, o, bu fiilinden maada  niyetinden dolayı sevap elde eder. Hataen adam öldürdüğünden dolayı akrabalarının üzerine diyet lazım gelir.[6]

 



[1] Sahihi Buhari
[2] Bu kaide Mecelle’nin 769. Maddesidir.
[3] Bu kaide Mecelle’nin 1303. Maddesidir.
[4] Bakara 231. Ayet
[5] İbn-i Kesir tefsiri 1.cilt, sayfa 288
[6] Kavaidi el-ahkam fi mesalihi el-enam, İz bin Abdisselam