İkfaru’l Mülhid’in fi zaruriyyati’d
din
Bundan sonra: Bu, kulak vererek şahid olan
ve kalp sahibi kimseler için, kendisiyle öğüt ve nasihat etmeyi kastettiğim
vaki olan fetvalar hakkında bir risaledir. Bu risale hakkındaki hüküm ve ismi
Allah’u Teala’nın “Ayetlerimizde ilhada sapan sapkınlar (inkar edenler,
mülhidler) elbette bize gizli kalmazlar. O halde ateşe atılan mı hayırlıdır
yoksa Kıyamet günü emniyyet içinde gelecek olan mı? Düşünün de istediğinizi
yapın, çünkü O her ne yaparsanız onu görür”[1]
ayetinden alarak onu “Dinde inanılması zaruri olan hususlarda te’vil
edicileri ve mülhid kimseleri tekfir etmek” olarak isimlendirdim.
İbni Abbas (r.anh) (ayetteki Mülhidler
hakkında) şöyle der: “Mülhidler, kelamı olması gereken yerin dışına koyan
kimselerdir.” Kitaplarda şöhret bulduğu üzere “Zaruriyyat” kelimesinden
kastedilen şey şudur: Umumun bildiği; nübüvvet ve vahdaniyyet, Ondan sonra
vahyin kesilmesi, Onu Peygamberlerin sonuncusu olarak sonlandırmak gibi Allah
Resul’unden tevatür ve müstefiz (meşhur) yol ile gelen haberler sebebiyle
Muhammed (sav)’min dininden olduğu bilinen şeylerdir. Ve bu, Allah’ın (cc)
kendi kitabında, geçmiş kitapların, Peygamberimizin (sav) ve aynı şekilde
öldükten sonra konuşan Zeyd b. Harice gibi, ölülerin şahitlik ettiği
hususlardandır. Zeyd b. Harice şöyle demiştir: “Muhammed (sav) Allah (cc)’ın
ümmi Nebisi, Resulu’dur. Nebilerin sonuncusudur. O’ndan sonra Nebi yoktur. Bu
önceki kitaplarda da yazılıdır. Sonra şöyle dedi; doğru söyledi, doğru söyledi.”
İmam Kastalani bunu bu lafızla “el’Mevahib” adlı eserinde ve ondan başkaları da
zikretmiştir.
Yine: Ba’s ve ceza, namaz ve zekatın vucubu, şarabın haramlığı
gibi ve benzeri hususlar “Zaruriyyat” olarak isimlendirilmiştir. Zira herkes
bilir ki kuşkusuz bu hususlar Nebi (sav)’min dinindendir. Bunların dinden
olması zaruridir ve imana dahildirler. Vehmedildiği gibi hiç kuşkusuz alimler zaruriyyatı
din ile uzuvlarla amel etmeyi kastetmezler. Bazen birşeyin güzel görülmesi veya
mübah olması zaruriyyattandır, bu şeyi inkar eden kimse tekfir edilebilir.
Onunla amel etmesi/ onu yapması gerekmez. Bu bakımdan zaruret, risalette var
olması ve onun dinden olmasının subutu hakkındadır. Amel cihetinden ve delalet
eden/içine alan hüküm açısından değildir.
Bu bakımdan bazen bir hadis mütevatir olur
ve kuşkusuz onun Rasulullah (sav)’den sabit olduğu zaruretle bilinir. Ve bu
hadisin delalet ettiği husus akıl cihetinden nazari olur. Kabir azabı hadisi
gibi. Kabir azabı hadisinin subutu Allah Rasulunden (sav) müstefid/meşhur yol
ile gelmiştir. Kabir azabının keyfiyyeti ise müşkildir. İmam Buhari’nin de
işaret ettiği gibi iman, kalp amellerinden bir ameldir. Herşeyde şeriate itaat
ve onu kabul etmenin iradesini gerektirmektedir. Ve bu irade tüm şeriatlerde
uygulanagelen tek bir iradedir. Artmaz ve eksilmez. Her kim zaruriyyatı dinden
tek birşeyi inkar ederse, dolayısıyla kitabın bir kısmına iman etmiş bir
kısmını inkar etmiştir ve bu kimse kafirlerden olur. Ve bu kimse din olarak
zannettiği hususları yaymak için en uzak ülkelere ve avrupaya koşup gider,
cahillerde onu İslam için bir hizmet olarak görürler:
Herkes Leyla’yı sevdiğini iddia eder,
Leyla ise bu iddia sahiplerini tanımaz.
Bu husus iki halife olan Hz. Ebubekir ile
Hz. Ömer (Allah cc ikisinden de razı olsun) arasında dönüp dolaşan bir
husustur. Hz. Ebubekir (r.anh) namaz ile zekatın arasını ayıran kimselerle
savaşmıştır. Hz. Ebubekir (r.anh) bununla, zaruriyatı diniyyeden olan herşeye
tümüyle iman etmeyen kimsenin mü’min olmadığını kastetmiştir. Aynı şekilde
Allah (cc) onun için Hz. Ömer’in (r.anh) sadrını da açmıştır. Hz. Ebubekir’in
güzel gördüğünü o da güzel görmüştür. İmam Müslim’in sahihinde Ebu Hureyre’den,
o da Rasulullah’tan şu hadisi rivayet etmiştir: Allah Resulu (sav) şöyle
buyurdu: “İnsanlarla, Allah’tan başka ilah yoktur deyinceye ve bana ve benim
kendisiyle beraber gönderildiğim şeylere iman edinceye kadar savaşmakla
emrolundum. Bunu yaptıkları zaman benden kanlarını ve canlarını korurlar.
İslam’ın hakkı müstesnadır. Onların hesabı Allah’a aittir.”
Sonra tevatür bazen isnad cihetinden olur.
“Kim benim adıma bilerek yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın”
hadisi gibi. İbni Hacer bunu ‘Fethu’l Bari’de zikretmiştir: Bu hadis sahih ve
hasen olarak otuz Sahabi kanalıyla sabit olmuştur. Derim ki: Peygamberlerin
sonuncusu olma ile ilgili hadisleri arkadaşlarımdan bazıları bir araya
getirmiştir. O ise Mevlevi Muhammed Şefi’ ed-Diyobendi’dir ve yüzelliden fazla
hadise ulaşmıştır. Bunlardan yaklaşık otuz tanesi “es’Sıhahu’s Sitte”/Kütüb’ü
Sitte’dendir.
Bazen
tevatür tabaka cihetinden olur. Tevatürü’l Kur’an gibi. Hıfz ve kıraat, ders ve
tilavet olarak doğuda ve batıda yeryüzünde kesilmeksizin devam edegelmiştir.
Bir tabaka bir tabakadan bir topluluk bir topluluktan onu almıştır. Oku ve
risalet zamanına kadar yüksel. Filanın filandan yaptığı rivayete göre
şeklindeki bir isnada ihtiyacı yoktur.
Bazen de tevatür, tevatürü ameli ve
tevatürü tevarüs şeklinde olur. Genellikle bu tevatür kısımları abdestteki
şeylerden olan misvak, mazmaza ve istinşak gibi hususlarda toplanır.
Sonra, bazı insanlar tevatürle sabit
hususların az olduğunu iddia ederler. Oysa tevatürle sabit hususlar
şeriatimizde vakıada belirli bir sayıyla sınırlandıracak sayıyı geçer. İnsanlar
onları konu başlıklarıyla sıralamaktan aciz kalır. Ve ona yöneldiklerinde
hayrette kalırlar. Zira ona iltifat ettiklerinde/yöneldiklerinde onun tevatür
olduğunu göreceklerdir. Bu tıpkı bedihi hususlar gibidir. Tevatür olan hususlar
çoktur ve insanlar ondan gafil kalmaz ve nazari olarak, ilk bakışta onları
ezberlerler.